4 Mart Dünya Obezite Günü Basın Bülteni

Obeziteli bireylere karşı toplumda var olan önyargı; etiketleme, ayrımcılık ve dışlamaya varan bir dizi olumsuz davranış dizisine yol açmaktadır. Kitle iletişim araçları da zaman zaman bu damgalamayı destekleyen ürünler sunabilmekte; televizyon, internet ya da kitaplarda obeziteli bireyler devamlı olumsuz bir imaj çizebilmektedir. Bu şekilde toplum tarafından ‘dayatılan’ veya ‘içselleştirilmiş (hissedilen)’ damgalamaya maruz kalan obeziteli bireyler depresyon, anksiyete, panik atak, sosyal fobi gibi psikolojik sorunlar yaşayabilmekte; özgüven, beden imajı ve benlik saygısı etkilenebilmekte, tedavi süreçleri aksayabilmekte, hatta tedaviyi bırakabilmektedirler.

Damgalama yakın çevrede, aile içerisinde ve arkadaş çevresinde, okulda ya da işyerinde yaşanabildiği gibi sağlık kurumlarında da sıklıkla yaşanabilmektedir. Sağlık çalışanları obeziteli bireylere önyargıyla yaklaşabilmekte, sağlık çalışanı-hasta iletişiminin suçlayıcı, iğneleyici, damgalayıcı nitelik taşıdığı durumlarla karşılaşılabilmektedir. Kilo ile ilgili olsun olmasın her rahatsızlığın kiloya bağlanması obeziteli bireylerin tedavi olmaktan vazgeçmesine ya da tedavilerini yarıda bırakmasına neden olabilmektedir.

Obeziteli bireyler de diğer kişiler gibi uygun fiziksel koşullarda ve uygun ekipmanlarla sağlık hizmeti alma hakkına sahiptir. Bu noktada evrensel sağlık hakkı, eşitlik hakkı da bunu gerektirir. Ancak MR cihazlarının düşük kilo sınırı, tansiyon aletlerinin ve muayene önlüklerinin küçük gelmesi, hastane yataklarının ve sedyelerin darlığı, tekerlekli sandalyelerin küçüklüğü, diş hekimi koltuklarının küçüklüğü, uygun ambulans sayısının az olması, benzer şekilde, sağlık kuruluşlarındaki bina planları, alçak veya dar geçiş alanları, yetersiz asansör sayıları, çok basamaklı veya dik merdivenler obeziteli bireylerin bu haklarına engel olabilmektedir.

Türkiye’de 254 aile hekiminin katıldığı Türkiye Obezite Araştırma Derneği tarafından yapılan araştırmada; Aile hekimlerinin obeziteyle ilgili farkındalık düzeyi, aldıkları eğitim, yaklaşımlarıyla ilgili soruların yanında obeziteli bireylere karşı önyargı da değindiğimiz konulardır. Bunlarla ilişkili olarak aşağıdaki noktalar ön plana çıkmıştır:

• Obeziteye karşı meslektaşları arasında genel bir önyargı olduğun düşünenlerin oranı %48
• Bu önyargıların obeziteli bireylerin sağlık bakımı almalarını engellediğine inananların oranı %63.8
• Kilo alımının tamamen hastanın sorumluluğunu düşünenlerin oranı %26
• Obeziteli bireylerin kilo verme için yeterli iradelerinin olmadığını düşünenler %45.3
• Obeziteli bireylerin tembel olmalarından ve uğraşmayı durdurmalarından dolayı kilo veremediklerine inananların oranı %51.2’dir
• Türkiye’de aile hekimlerinin %75.3’ü hastanın obeziteli olduğunu gördükleri halde kilo konusunu açmamaktadırlar
• %18.5’i hastaların kendileriyle kilo konusunu konuşmayı istemeyeceklerini düşünmekteler
• %14.6 obeziteyle ilgili konuşacak kadar eğitim ve bilgilerinin olmadığını düşünmekteler
• %9.4 mevcut tedavi seçeneklerini bilmediklerini ifade etmekteler
• %5.1’i ise bunun için yeterli zamanları olmadığını belirtmektedirler.

Dünyanın diğer ülkelerinde de durum farklı değildir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yakın zamanda yayınlanan bir raporda obeziteli okul çağı çocuklarının %63 oranında daha fazla zorbalığa maruz kaldığı, obeziteli erişkinlerin %54’ünün işyerindeki arkadaşları tarafından damgalayıcı davranışlara uğradığı ve bu kişilerin %69’unun sağlık çalışanları tarafından damgalanma tecrübesi yaşadığı belirtilmiştir. %53 adolesan pandemi boyunca sosyal medyada kilo ayrımcılığının en az bir formuna maruz kaldıklarını, bir kilo yönetimi programındaki erişkinlerin %66.5’i ise Avustralya, Kanada, Fransa, Almanya ve Birleşik Amerika Devletleri’nden doktorlar tarafından kilo damgalaması yaşadıklarını bildirmişlerdir.

Amerika’da yapılan bir çalışmada son 10 yılda kilo ayrımcılığının %66 oranında arttığı ve yetişkin Amerikalıların %40’ının hayatlarının bir noktasında, vücut kitle indekslerinden bağımsız olarak, kilo ayrımcılığına maruz kaldığı ortaya konmuştur. Kilo ayrımcılığına maruz kalan kadınların %79'u aşırı yeme yoluyla, %75'i ise diyet yapmayı reddederek, birden fazla durumda kilo ayrımcılığıyla başa çıktıklarını bildirmiştir ve bu kişilerin duygudurum ve anksiyete oranlarında 2.5 kat artış görülmüştür.

Sağlık kuruluşlarında obeziteli bireylerle diyaloğun güçlenmesi için kaçınmak gereken:
• Utandırma ve suçlama içeren
• Otoriter (Bu yemeklerin hiçbirini yememelisiniz)
• Ayrımcılık yapan (Egzersizden çok fazla fayda göreceğini sanmıyorum
• Varsayımsal (Sizin direkt ameliyata gitmeniz gerek, diğer seçenekler işe yaramaz)
• Yargılayıcı (Onun ailesindeki kimse kilosunu kontrol etmeye özen göstermedi, o da aynı şekilde olacak)
• Tehditkar (kilo vermezseniz ayağınız kesilir veya ölürsünüz)
• Alaycı/şakacı dil kullanımıdır.

Yapılması gerekenler ise:
Anlayışlı olmak: Özellikle daha önceden klinisyenlerle olumsuz etkileşimleri olan hastalara karşı
Sözsüz iletişiminiz farkında olmak
Sözlü iletişimde ‘Önce İnsan Dilini kullanmak’; saygılı, kibar, düşünceli, karşıdaki kişinin şahsiyetine değer veren, duygularını ve düşüncelerini önemseyen, uygun terminolojiyi kullanan (obez değil-obeziteli birey demek gibi) bir tutum sergilemek
Yardımcı ve destek verici olmak: Birçok tedavi seçeneği olduğundan ve yardımcı olabilecek birçok sağlık personeli bulunduğundan bahsetmek, olumlu ve yüreklendirici ifadeler ve tavırla bunu yapmak
İşbirlikçi olmak: Kişinin kendisini ifade etmesine olanak tanımak, ilgiyle dinlemek ve kişiyi duymak, birlikte hedefler koymaktır.

Sözlü iletişimde ‘Önce İnsan Dili’:
Başlangıçta:
• Önce-İnsan Hareketi 1974’te ABD’de ilk olarak engellilerle ilgili bir konferansta ortaya atılmış
• Önce-İnsan Dili birçok kronik kronik hastalığı olan kişi için kullanılan dil
• Mental ve fiziksel engelli durumlar için geliştirilmiş olan bu dil kronik hastalıklara karşı gelişen damgalamayı azaltmak için de önerilmekte
• Kişileri hastalıklarıyla etiketlemek yerine kişiyi ön plana alan bir hitap şekli
• Tıp eğitiminde vurgulansa da, akademik dergilerde önemi belirtilse de klinik pratikte kullanımının sıklıkla atlandığı görülmekte, özellikle hekimlerin birbirleriyle olan günlük konuşmalarında fazlasıyla atlanmaktadır.

Obeziteli bireylere karşı yapılan ayrımcılığın önüne geçmek için toplumun eğitilmesi, bu amaçla medyanın etkin şekilde ‘obezite damgalaması’yla mücadeleye katılımının sağlanması, okullarda her tür ayrımcılığa karşı derslerin konması, sağlık çalışanlarının obezite eğitimlerinin içerisinde mutlaka bu konuya yer verilmesi ve sağlık kurumlarının hiçbir basamağında obeziteli bireylere karşı önyargı hissettirecek hiçbir davranışa/söyleme yer verilmemesi büyük önem taşır.

Obezite tedavisinde hastalığın sadece tıbbi sonuçları değil, sosyal ve duygusal etkileri de göz önüne alınmalıdır. Damgalamaya maruz kaldığı belirlenen obeziteli bireylerin bu durumla etkin olarak başetme mekanizmaları geliştirmelerine ve bu durumun etkilerinin en aza indirilmesine multidisipliner bir ekip tarafından yardımcı olunması gerekir.

Sonuç olarak, dünya genelinde insanların en az yarısının ihtiyaç duydukları sağlık hizmetini alamadıkları bilinmektedir. Sağlık hizmeti alma şansı olan kişilerin ayrımcılık ve damgalama nedeniyle bu hizmetten vazgeçmeleri imkân sunumunun ihlali olarak değerlendirilebilir. Bu doğrultuda, belirlenen ulusal sağlık politikaları insan sağlığını yükseltmeye yönelik hazırlanmalı, toplumun dezavantajlı gruplarına öncelik vermeli ve bunun toplumun her bireyi için eşit bir şekilde gerçekleşmesi sağlanmalıdır.